7 Ağustos 2011 Pazar

Tayfur Sultânü'1- Arifîn, Pîr-i Bistâm ve Bâyezîd (Ebû Yezîd)

.
Semnan-Bastam-Tomb of Bayazid Bastami
Ebû Yezîd Tayfûr b. Îsâ b. Sürûşân (v. 234/848)
Hemen bütün tasavvuf ve tabakat kitaplarında Bâyezîd-i
Bistâmî'den bahsedilirse de bu bilgiler genellikle onun
menkıbeleri, sözleri ve şathiyelerine dair olup bunlar
arasında hayatıyla ilgili pek az bilgi bulunmaktadır. Bu
kısıtlı bilgilere göre o İran'ın Horasan eyaletinde bulunan
Bistâm kasabasında doğmuştur. Dedesi Sürûşân
(Serûşân) aslen İranlı Mecûsî bir din adamıyken
müslüman olmuştur. Dindarlığı ile tanınan babası İsa'nın
iki kızı ile üçü de âbid ve zâhid olan Âdem, Tayfur ve Ali
adlarında üç oğlu vardı. Ortancaları olan Tayfur Sultânü'1-
ârifîn, Pîr-i Bistâm ve Bâyezîd (Ebû Yezîd) diye meşhur
olmuştur. Câmî onun adını yanlış olarak Ebû Yezîd Tayfur
b. İsâ b. Âdem b. Sürûşân şeklinde kaydetmiştir. Aslında
bu Bâyezîd-i Bistâmî'nin değil büyük kardeşi Âdem'in
torunu Ebû Yezîd Tayfur b. İsâ b. Âdem'in künyesidir.
İkisini birbirine karıştırmamak için birincisine Büyük
Bâyezîd, ikincisine de Küçük Bâyezîd denilir.


Kuşeyrî, Bâyezîd'in vefat tarihi olarak 234 (848) ve 261
(875) yıllarını verir ve son tarihi tercih eder. Herevî de 261
tarihini daha doğru görür. Sülemî aralarında bir tercih
yapmaksızın her iki tarihi de kaydeder. Sehlegî ise
Bistâmî'nin 234'te yetmiş üç yaşında iken vefat ettiğini
söyler ki bu duruma göre Bâyezîd 161'de (777)
doğmuştur. Abdürrefî' onun 131'de (748) doğup 234'te 103
yaşında iken vefat ettiğini zikreder. Bunların içinde
doğruya en yakın olan Sehlegî'nin rivayetidir.


Attâr, Bâyezîd'in 103 üstattan faydalandığını söyler. Herevî
onun başlangıçta Hanefî olduğunu belirtir. Şiî kaynaklar
genellikle Bâyezîd'in altıncı imam Ca'fer es-Sâdık'ın (ö.
148/765) talebeleri arasında yer aldığını kaydederler. Fakat
bu rivayet tarih bakımından doğru değildir. Bu sebeple
onu yedinci imam Mûsâ el-Kâzım'ın (ö. 182/798), sekizinci
imam Ali er-Rızâ'nın (ö. 203/818) ve dokuzuncu imam Ebû
Ca'fer Cevad M. Takî'nin (ö. 220/835) talebesi olarak
gösterenler de vardır. Hansârî Ravzatü'l-cennât'ta Ebû
Ca'fer Cevad isminin Ca'fer Sâdık şeklinde tahrif edilmiş
olabileceğini söyler. Bütün bunlar Bâyezîd'i Şîa'ya yakın
göstermek için ortaya atılmış rivayetlerdir.




Serrâc'ın Bâyezîd'i ömründe bir defa hacca giden
mutasavvıflardan sayması, onun ilim ve marifet tahsil
etmek için fazlaca seyahat etmediğini gösterir. Nitekim
kendisi de Ahmed b. Hadraveyh'e çok dolaşmanın iyi bir
şey olmadığını söylemiştir. Bâyezîd'in tasavvufta
üstadının Ebû Ali es-Sindî adında biri olduğunu kaydeden
Serrâc'ın verdiği bilgilere göre Bâyezîd, ümmî olan bu
şeyhe farzları yerine getirecek kadar şer'î ilim öğretmiş,
karşılığında da ondan tevhid ve fena ilmini öğrenmişti.
Attâr Bâyezîd'in çetin riyazetler ve zor mücahedeler
sonunda bu makama ulaştığını söyler. Bâyezîd'in bazı
sözlerine bakılırsa o tasavvufî bilgileri Allah'tan vasıtasız
olarak aldığına inanıyordu.


Tasavvufun doğuş devrinde yaşayan Bâyezîd-i
Bistâmî'nin, çağdaşı mutasavvıfların birçoğu ile ilgili
menkıbeleri vardır. Bunlardan Şakîk-i Belhî, Hâtem el-
Esam, Ahmed b. Hadraveyh, Zünnûn, Ebû Türâb en-
Nahşebî, Yahya b. Muâz ve Sehl b. Abdullah ile ilgili olan
menkıbeler en önemlileridir. Bu menkıbelerin hemen hepsi
Bâyezîd'in tasavvuftaki mertebesinin üstünlüğünü
gösterir. "Burada olan, biri sevgi kadehinden öylesine içti
ki bir daha hiç susamadı" diye kendisine haber gönderen
Yahya b. Muâz'a, "Burada bulunanlardan biri de yedi
deryayı bir yudumda içtiği halde hâlâ ağzını açarak daha
yok mu diye sormakta" şeklinde cevap verdiği nakledilir.
Bâyezîd ile çağdaşı sûfîler arasında geçtiği söylenen
olayların çoğu mevsuk değildir. Aynı dönemde yaşadıkları
halde Ma'rûf-i Kerhî, Haris el-Muhâsibî, Serî es-Sakatî, Ebû
Hafs el-Haddâd ve Hamdûn el-Kassâr ile Bâyezîd
arasında geçen herhangi bir menkıbenin rivayet
edilmemesi dikkat çekicidir.
Bâyezîd-i Bistâmî daha sağlığında pek çok kişi tarafından
ziyaret edilmiştir. Bu ziyaretçiler arasında kendisine
bağlanan ve görüşlerini benimseyenlerin sayısı oldukça
fazladır. Bunların bir kısmı ise onun ailesindendir. Büyük
kardeşi Âdem'in oğlu Ebû Mûsâ, bunun oğlu Umey diye
bilinen Mûsâ b. Isâ ve Küçük Bâyezîd diye tanınan Tayfur
b. İsâ onun görüşlerine bağlı olan mutasavvıflardandır.
Bunlar içinde özellikle Ebû Mûsâ, Bâyezîd-i Bistâmî'nin
çok beğendiği, kalp safiyetini takdir ettiği, kimseye
açmadığı ilâhî sırları kendisine aktardığı sâdık bir talebesi
ve hizmetkârı idi. İbrahim el-Herevî, Hasan b. Aleviyye,
Ebû Abdullah el-Mağribî ve Ebû Mûsâ ed-Dübeylî,
Bâyezîd-i Bistâmî'nin tanınmış mürid ve halifelerindendir.


Bâyezîd tasavvuf tarihinde sekr, fena, melâmet, tevhid,
marifet, muhabbet, mi'rac ve îsâr gibi konulardaki sözleri
ve şathiyeleriyle tanınır. O sâlikin kendinden geçip (sekr)
benliğini yok ederek (fena) Hakk'a ermesi gerektiği
düşüncesindedir. Sâlik bu dereceye ancak sürekli riyazet,
çetin nefis mücadelesiyle birlikte derin tefekkür ve dikkatli
murakabe ile erişebilir. Nitekim kendisi Allah'a hitaben
O'na nasıl erebileceğini sorduğunda, "Nefsini bırak da
öyle gel" cevabını aldığını, bunun üzerine gömleğinden
çıkan yılan gibi nefsinden ve benliğinden sıyrılıp çıktığını
ifade etmişti. Sahip olduğu mertebeye aç karın ve çıplak
bedenle, nefsini on iki yıl çekiçle döverek ulaştığını
söyleyen Bâyezîd bu mertebede âşıkla maşukun bir ve
aynı, her şeyin "bir"den ibaret olduğunu görmüş, "Ey sen
ki bensin!" şeklinde kendisine yine kendisinden nida
edildiğini söylemiş, fenadan da fâni olmayı gösteren bu
hali ifade etmek üzere "Heme ûst" (her şey O'dur) sözünü
kullanmıştı. Hakk'a giden yolun uzun olduğunu ve O'na
ulaşmanın kolay olmadığını her fırsatta belirten Bâyezîd,
Hakk'a erdiğini sananların aslında henüz yolda
olduklarını, bir erme halinden bahsedilemeyeceğini
anlatmak için, "Binlerce makamı geride bıraktıktan sonra
Allah'ın mânâsında değil lafzında olduğumu gördüm"
demiş ve bu şekilde Allah'ın künhüne ulaşmanın
imkânsızlığını anlatmak istemiştir. Serrâc, Allah'a olan
yolculuğunu sembolik ifadelerle anlatan Bâyezîd'in şu
sözünü nakleder: "Vâhidiyyet mertebesine ilk defa
ulaştığım zaman vücudu ahadiyyet, kanatları dâimîlik olan
bir kuş olup on yıl keyfiyet semasında hiç durmadan
uçtum. Sonunda bundan milyonlarca defa daha geniş
olan bir semada ezeliyet meydanına varıncaya kadar
uçmaya devam ettim. Burada ahadiyyet ağacını gördüm."
Bu ağacın toprağını, kökünü, gövdesini, dallarını ve
meyvelerini tasvir eden Bâyezîd bunların bir
aldatmacadan ibaret olduğunu söyler. Cüneyd-i Bağdadî
bu sözü, "Mücerred tevhidin olduğu yerde Allah'tan gayrı
her şey bir aldatmacadır" şeklinde yorumlar.


Bâyezîd Allah'ın zâtını olumsuzluk ifade eden terimlerle
anlatır. Meselâ, "On sene yokluk meydanında uçtum
durdum; nihayet yoktan yokta yok olma haline erdim"
demesi böyledir. Benlik, senlik, O'nluk (eneiyyet, entiyyet,
hüviyyet) deyimlerini sık sık kullanan Bâyezîd maksadını
genellikle soyut kavramlarla açıklar. Kendi benliğinden
geçip Allah'ın zâtına ulaşmayı bir mi'rac hali olarak uzun
uzadıya tasvir eder. Daha sonra öbür sûfîlere de örnek
olan bu ruhî mi'raca Attâr'ın Tezkiretü'l-Evliya adlı
eserinde ve Sehlegî'nin Kitâbü'n-Nûr'unda geniş yer
verilmiştir. Şu ifadeleri Bâyezîd'in bu mi'rac halini kısaca
açıklamaktadır: "Bir defasında Allah beni yükseltti ve
huzurunda durdurup, 'Ey Bâyezîd! Halkım seni görmek
istiyor' dedi. Ben de, 'Beni vahdâniyyetinle süsle, bana
kendi hüviyetini giydir; beni ahadiyyetine yücelt, öyle ki
beni gören halkın seni gördüklerini söylesinler. Sen işte
bu olasın ve ben burada bulunmayayım' dedim."


Bâyezîd'in Allah'ın dışındaki bütün varlıkları bir hiç olarak
görerek "Heme ûst" demesi, vahdet-i vücûda değil
vahdet-i şühûda işarettir. Çünkü Bâyezîd'in yaşadığı
dönemde vahdet-i vücûd İslâm âleminde bilinmiyordu.
Bununla birlikte daha sonra İbnü'l-Arabî başta olmak
üzere vahdet-i vücûdcu mutasavvıflar Bâyezîd'i bu inanca
sahip bir sûfî olarak tanıtmışlardır.


Allah'a karşı duyduğu sevgi ve özlemin sürekli ve şiddetli
tesiri altında bulunan Bâyezîd'in cehennemden
korkmadığını, cennete pek değer vermediğini, namazı
ayakta durmak, orucu aç kalmaktan ibaret saydığını, sahip
olduğu her şeye sırf Cenâb-ı Hakk'ın lutfuyla mâlik
olduğunu söylemesi, İslâm'da önem verilen bazı hususları
hafife alması şeklinde yorumlanarak tenkit edilmiştir. Yine
onun Semerkant'ta iken etrafına toplananları dağıtmak
için, Kur'an'da Firavun'un söylediği bildirilen sözleri (el-
Kasas 28/30) aynen tekrar ederek, "Ben sizin en yüce
rabbinizim" demesi (Baklî, s. 99), başka bir defasında yine
halkın aşırı ilgisinden kurtulmak ve bu şekilde nefsinin
gurura kapılmasını önlemek için ramazanda oruç bozması
da tenkitlere sebep olmuştur. Bununla birlikte Bâyezîd-i
Bistâmî bir aşk sûfîsidir. Yaşadığı aşk halini, "Aşkın
yağdığı bir sahraya açıldım; zemini ıslanmış; burada ayak,
kara batar gibi aşka batmaktadır" sözleriyle ifade ederek
bir bakıma kendisinden sâdır olan taşkın söz ve
davranışların ıslak zeminli aşk sahasındaki ayak kaymaları
olduğunu anlatmak istemiştir. Kendisinden pek çok
keramet ve keşf hali nakledilen Bâyezîd olağan üstü
hallere önem verilmesini istemezdi. "Falan kişi tayy-ı
mekân ediyor" denilince, "Allah'ın lanetlediği şeytan ile leş
yiyen kargalar da aynı şeyi yapıyor"; "Falan zat su
üzerinde yürüyor" denilince, "Balıklar da aynı işi yapıyor"
diyerek bunları önemsemediğini göstermiş ve aslolanın
şeriatın hükümlerine bağlı kalmak olduğuna işaret etmişti.
O, şer'î edeblerden birine aykırı davranan kişiye Allah'ın
velilik sırrını emanet etmeyeceğini söylerdi. Bir gün
büyüklüğüne inanılan birini ziyaret etmek için yola çıkmış,
bu zatın kıbleye karşı sümkürdüğünü uzaktan görünce
onunla görüşmekten vazgeçmişti. Evinden mescide
giderken bir defa olsun yola tükürmemişti. Yalnızken bile
Allah'ın huzurunda bulunduğunu düşünerek daima diz
üstü otururdu. Son derece insan severdi. Hayvanlara bile
sonsuz şefkat beslerdi. Hemedan'dan aldığı hardal
tohumuna birkaç karıncanın karışarak Bistâm'a geldiğini
görünce karıncaları Hemedan'a götürüp eski yerine
bıraktığı rivayet edilir.


Bâyezîd coşkulu davranışları, taşkın sözleri ve samimi hali
ile çevresindekiler üzerinde derin tesirler bırakmış ve
seçkin bir zümrenin kendi görüşleri etrafında
toplanmasını sağlamıştır. Kendisini takip edenlere Tayfûrî,
tuttuğu yola da Tayfûriyye veya Bistâmiyye adı verilmiştir.
Ancak Tayfûriyye bilinen mânada bir tarikat olmayıp bir
tasavvuf cereyanıdır. Hallâc, Şiblî, Harakânî, Ebû Saîd-i
Ebü'1-Hayr, Nifferî, Senâî, Attâr, Câmî, İbnü'l-Arabî, İbnü'l-
Farîz ve Fâra ve Mevlânâ gibi büyük mutasavvıflar hep bu
cereyana bağlı kalmışlardır. Süttâriyye ve Aşkıyye
tarikatları da onu kendilerine pîr edinmişlerdir.




Ebû Saîd-i Ebü'l-Hayr'ın Bâyezîd'in kabrini ziyaret
ederken, "Burası herkesin kaybettiği şeyleri bulabileceği
bir yerdir" demesi, ölümünden sonra da tesirinin kuvvetle
devam ettiğini gösterir. Sonraki dönemlerde bir velîyi
övmek için ona "asrın Bâyezîd'i" denmesi de kendisinin
halk nezdindeki mertebesinin ne kadar yüce olduğunu
belirtir.


İslâm toplumunca ortaklaşa kabul edilen genel kurallara
ve şer'î hükümlere bir çeşit meydan okuma telakki edilen
Tayfûrîliğe kuvvetli bir tepki olma üzere, sekre karşı sahv'ı
savunan Cüneydiyye tarikatı ortaya çıkmıştır. "Süfîler
arasında Bâyezîd'in yeri, melekler arasında Cebrail'in yeri
gibidir" diyen ve onun bazı şathiyelerini şerheden
Cüneyd-i Bağdâdîye göre Bâyezîd yine de tasavvufta son
mertebeye ulaşamamıştır; söz ve halleri sülûk'ün
başlangıç ve ortalarında görülen türdendir.




Bâyezîd çeşitli tarikatların silsilelerinde bir kol başı olarak
önemli bir yer tutar. Özellikle Nakşibendiyye gibi
muhafazakâr bir tarikatın bu taşkın ve coşkulu velîye
silsilenamesinde önemle yer vermesi, bazan onu Üveysî
sayması oldukça dikkat çekicidir.


Bâyezîd, tasavvufî görüşlerini Farsça olarak ifade eden ilk
sûfîlerden biri olup daha sonra bu sözler Arapça'ya
tercüme edilmiştir. Şathiyelerinden bir bölümünün yeğeni
Ebû Mûsâ tarafından Cüneyd-i Bağdadî için tercüme
edildiği nakledilir. Onun söz ve şiirlerini ihtiva ettiği rivayet
edilen bazı risaleler Abdurrahman Bedevî tarafından
Şatahâtü's-Sûfiyye (Kahire 1949) adlı eser içinde
neşredilmiştir.


Türbesi Bistâm'da tarihî binaların toplu olarak bulunduğu
yerin tam ortasında, süs ve ihtişamdan uzak bir haldedir.
Gazan Han'ın, kabri üzerine bir türbe yaptırmak istediği,
ancak rüyasına giren Bâyezîd'in kendisini bundan
vazgeçirdiği rivayet edilir. Daha sonra Olcaytu tarafından
yaptırılan türbe tarih boyunca pek çok sultan ve devlet
adamı tarafından ziyaret edilmiştir.

Hiç yorum yok: